Güncel
Trump Kudüs’e taşınacak mı? - Akif Emre
Ortadoğu tam bir kaos ve hengame içindeyken bazı temel ortak hedefler, hassasiyetler gündemden düşüyor. Kısa bir süre öncesinde bile Ortadoğu söz konusu olduğunda akla Filistin İsrail, Kudüs gibi başlıklar gelirdi.
Yine de uluslararası hukuk açısından işgalci sayılmasına rağmen başta Amerika olmak üzere Batılı ülkelerden her tür desteği gördü. En azından BM kararlarının uygulaması konusunda hiçbir baskı görmediği gibi, alınan kararlar ABD tarafından sürekli veto edildi. En tarafsız olanlar da İsrail'in oldu bittiler karşısında sessiz kalmayı yeğledi. Bu sessizlik zamanla statüko haline gelecek bir sonraki ihlali için zemin hazırlayacaktır.
Arap dünyasında askeri ve hanedanlık diktatörlüklerin en önemli dayanaklarından biri İsrail tehdidi/sorunu idi. Artık bu mesele de gündemden inmiş görünüyor.
Ancak ne uluslararası hukuk ne de tarihi ve bölgesel gerçekler Kudüs'ün işgal edilmişliğini, konumunu görmezden gelinmesine izin veriyor. Konu, İsrail'in tek başına oldu bittiye getirmesine izin verilmeyecek kadar önemli. Ne var ki Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin içinde bulunduğu durumdan, kaostan en fazla yararlanan İsrail oldu. Hem işgalci statüsüne rağmen tek tek bölge ülkeleriyle ilişkileri geliştirirken Gazze açıklarında çıkacak doğalgazla stratejik bir konum elde etme peşinde. Böylece enerji silahını kullanarak bölge ülkelerinin İsrail politikaları karşısında sessiz kalmalarını hatta destekçi bir pozisyon almalarını sağlamaya çalışıyor..
Zaten askeri tehdit anlamında hemen hiç bir ülkenin kalmadığı bölgede pek çok ülkeyle de sıkı ilişkiler kurmuş durumda.
Ne var ki tüm bu stratejik adımlara rağmen işgal altındaki Kudüs'ün statüsü konusunda istediği desteği alabilmiş değil. Malum BM, Kudüs'ün İsrail'in tek taraflı olarak başkent ilan etmesini ve de 1967 sonrası işgal ettiği topraklardaki varlığını kabul etmiyor. Bu nedenle bir kaç Latin Amerika ülkesi hariç başta Amerika olmak üzere uluslararası camia İsrail'in Kudüs üzerindeki tasarrufunu reddetti ve büyükelçiliklerini taşımadı.
Buna rağmen medya, siyaset, kültür çevreleri başta olmak üzere geniş bir kesim Kudüs'ün işgal edilmişliğini görmezden gelen kampanya yürütüyor. Uluslararası haber ajansları bile bölgeden gelen haberlerde kullanılan dilde de facto İsrail başkenti algısı oluşturmaya çalışılır.
İşgal altındaki topraklarda kalıcı olarak yerleşme stratejisi uygulayan İsrail bu kez Kudüs konusunda hedefe çok yaklaştığını düşünüyor olmalı.
Bu zamana kadar Amerikan başkanlık seçimlerinde adayların büyük kısmı seçim vaadi olarak Kudüs'ü başkent olarak tanıyacakları yolunda vaatlerde bulunur ancak Beyaz Saray'a yerleştikten sonra bunu unuturlar. Zira Amerikan devlet stratejisi gereği bölgesel gerçeklerle yüz yüze gelir ve rafa kaldırılırdı.
Trump da seçim kampanyası sırasında olanca İslamofobik söylemlerin yanı sıra ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyacağını, yani BM kararlarına rağmen Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyacağı vaadinde bulunmuştu. Trump da diğer adaylar gibi mi davranacak yoksa böyle bir tehlikeli adımı atacak mı?
Şu ana kadar aksi bir söylemde bulunmadığı gibi bu yönde adımlar da atılmaya başlandı. Mesela Cumhuriyetçi üç senato üyesi bir yasa tasarısı hazırladılar bile. Bu zamana kadar Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti yönetiminin karşı durduğu bu tür girişimlerde son sözü Başkan'ın tavrı belirleyecek.
Kişisel ve politik çizgisine bakıldığında bu tasarıya destek verme ihtimali olan Trump Amerikan devlet stratejisiyle karşı kaşıya kaldığında takınacağı tavır önemli. Belki de şu soru daha anlamlı olabilir; Ortadoğu'da bunca kaotik oluşuma bilerek yol açan Amerikan devlet aklı bu konuda da geleneksel tavrını terk etmiş olabilr mi?
Kudüs'ün dini, kültürel, coğrafi konumu bir yana siyasi olarak böylesi adımın atılması adeta bölgede yüzyıllık denklemin tümüyle altüst edilmesi kararının verildiği anlamına gelir.
Zira Kudüs meselesi sadece İsrail ile devletsiz Filistin yönetimi arasında bir bilek güreşinden ibaret değil. Mesela Amerika ve de İsrail'in bölgede en sadık müttefiki Ürdün'ün destabilize olması ile sonuçlanabilecek tepkilere yol açması kaçınılmazdır. Ürdün nüfusunun büyük kısmı Filistin kökenli ve özellikle 1967 öncesinde olduğu gibi Mescid-i Aksa'nın korunmasından sorumlu sayılıyor. ABD'nin Oslo sonrası en son Filstin-İsrail anlaşmazlığında önerdiği teklif; Kudüs'ün statüsünün iki devletli yapı kurulduktan sonra görüşülmesi idi. Mescid-i Aksa'nın da zemin yüzeyi Filistinlilere zeminin altı ve hava hakimiyeti İsrail'e verilmesi gibi ucube bir çözüm önermişti.
Kudüs'ün İsrail'e resmen teslim edilmesi yönünde adım atılırsa bölgede çok farklı dinamikleri tetikleyebileceği gibi muhtemel sonuçlarını Amerika da engelleyemeyebilir. Askeri olarak tüm bölge ülkelerinin İsrail'i engelleyecek ne güçleri ne de gündemlerinde olmaması farklı tepkilere engel değil. Silahlı grupların cirit attığı her an yeni gruplaşmaların oluştuğu bir ortamda mevcut kaotik ortamın İsrail'i de etkileyeceği ihtimalini yeni yönetim gözetiyor olmalı.
Bu arada Türkiye'nin İsrail ilişkileri ve Trump yönetiminden beklentileri bir tarafa Kudüs'ün her tür reel politik mülahazanın üstünde olduğu tüm taraflara anlatılması gerekir.
Henüz yorum yapılmamış.